My biSgen

ParçaLanmış, böLünmüş dünyama-kimLiğime müzik gezegeninden düşen ışığın göLgesi vursa yeter!….

Şimdilik şuralardayım :

leave a comment »

Şimdilik şuralardayım :

Blog :  https://bisgen.blogspot.com.tr/

Youtube : https://www.youtube.com/user/bisgenblogspot

Written by My biSGen

08 Ocak 2018 at 17:06

Genel kategorisinde yayınlandı

Jennifer Cluff – Canadian flutist and teacher

leave a comment »

Out of the clear air
The most beautiful flute music you’ve ever heard

Jennifer Cluff, Principal Flute of The Vancouver Island Symphony 1995-2006

http://www.jennifercluff.com/

Index of blog posts

Index to Jen’s Blog including flute VIDEOS

Charles DeLaney’s Flute Teaching Guide (pdf)

Jen Cluff’s email: jen@jennifercluff.com 

 Asking a flute question?

 

2003 Histoire Tango mvmt 1 Bordel

Written by My biSGen

06 Nisan 2008 at 15:55

dünya'dan müzik, FaydaLi siTeLer, FLUT kategorisinde yayınlandı

Nina Perlove – flüt teknik egzersiz ton vb…

leave a comment »

flute articulation/double tonguing part 1

Written by My biSGen

06 Nisan 2008 at 15:43

FLUT, müzik eğitimi kategorisinde yayınlandı

piRaye – taci usLu – nazım hikmet

leave a comment »

"buLutLar geçiyor haberLerLe yükLü aĞır
buruşuyor hâLâ geLmeyen mektubun avucumda
yürek kirpikLerinin ucunda
benim baĞırasım geLir
piraye piraye… diye.

nazım hikmet"

(6 Ekim 1945)

Piraye için yazılmış 21.00-22.00 şiirLeri için buRaya tıkLayın

 

ekşi sözLük’den şarkı ve besteci hakkında bir iki yoRum:

taci uslu grup yorum’un ilk albümü sıyrılıp gelen’de klavyede yer almıstır.90`ların basında solo albumu olan adını gelincik koydum albümünü çıkarmıştır fakat albüm piyasada bulunmamaktadır.
albümdeki şarkılar:
1. leylim leylim
2. adını geLincik koydum
3.doĞmamış çocuĞa
4. özgürLük rüzgârı
5. piRaye
6. ne fayda
7. bu aşk burada biter
8.seninLeyim
9. hepsinden
10. ve gir koLuma

su an itibarıyla bir albümü var "adını gelincik koydum" … altyapısı pek de iyi olmayan bir albüm ama kasetin 1990 da çıktığını düşünürsek , teknik olanaklar gereği normaldir diyebiliriz… ve fakat yine de , cok iyi bir müzisyen olduğu konusunda iddialıyım , nazım’ın piraye şiirini besteleyen de taci usludur , ve bu konuda hakan yesilyurta tesekkür etmekte fayda var ki onyılı askın kimsenin haberi olmayan bu derece güzel bir besteyi seslendirmiştir… enver gökçe’nin "ne fayda" sı da albümdeki bestelerden biridir…

nazım hikmet’in piraye şiirini çok güzel besteleyen ve söyleyen güzel bir abimiz. tek bir albümü vardır. gençliğimizde dinler dururduk bu albümünü, ve özellikle piraye’yi. tozlu bir kaset olarak duruyordu bende anısı. derken bir gün kaybettim bulamamacasına. az önce fark ettim ki çok kötü olsa da bu şarkısını mp3 olarak kaydetmişim bir şekilde bilgisayarıma. taci uslu’dan bana kalan tek şey oldu bu. "benim bağırasım gelir piraye" diye…

eskimesin diye zırt-pırt dinlenmeyen bir albümdür taci uslu’nun adını gelincik koydum‘u. artık bulunmuyor. bulunsa, birkaç tane alınıp yedeklenecek lezzette güzel bir albümdür. albümdeki emek çok belirgindir. tesadüfen alınmış, ama tadından asla vazgeçilmemiş bir albümdür benim için.

PİRAYE‘ de kim?

23 aralık 1906’da doğdu. tam adı hatice piraye idi.
16 yaşında, istanbul işgal altındayken, bursa’ya halasının evine konuk gittiğinde karşılaştığı vedat örfi ile hızla gelişen bir aşk sonunda evlendi. vedat örfi gazetecilik yapan, roman yazan, tiyartolarda jön rollerine çıkan bir gençti ve henüz ciddi biçimde eli ekmek tutumuyordu.
21 aralık 1923’te ilk çocukları suzan doğdu.
piraye ikinci çocuğuna gebe kalınca, kocası vedat örfi bu kez piyanistliğe karar verip, bir kemancı, bir de kadın şarkıcı ile üçlü bir grup oluşturarak paris’e, alaturka konserler vermeye gitti. bir çırpıda çok para kazanmak, çocuklarına “iyi bir gelecek” hazırlamak amacında olduğunu söylüyordu. gözü hep yükseklerdeydi. geçimini sağlamayı değil de, bayağı varlıklı bir insan olmayı özlüyordu. gebe karısını, iki yaşını süren kızını baba evinde bırakıp paris’e doğru “sonu belirsiz” bir serüvene atılmıştı.

vedat örfi paris’te bir yandan alaturka konserlerde çalarken bir yandan da birkaç filmde oyunculuk yapmış, yönetmenlik konusunda bilgiler edinmiş, sonra da orada öğrendikleriyle, daha sinemasını yeni yeni kurmaya çalışan varlıklı bir ortadoğu ülkesinde iyi bir konuma gelebileceğini düşünerek mısır’a geçmişti. bu esnada piraye hanım ikinci çoçuğu mehmet’i doğurdu.
dört yıl kocasını sabırla bekleyen piraye, sonunda bu evlilikten umudunu keserek çocuklarını alıp annesinin kadıköy’deki evine gitmeye karar verdi.
kadıköy’de, işgal altındaki istanbul’dan kaçıp bursa’ya sığındıklarında ailece tanıştıkları dostlarını da içeren bir çevreleri vardı. piraye’nin 1930’da önce samiye’yle, sonra nazım hikmet’le tanışması o çevrede oldu.
nazım hikmet bu kırmızı saçlı, içinde yeşil, kahverengi adacıklarıyla bal rengi gözlü, pembe beyaz genç kadını hemen benimsemişti. ama piraye açısından bir yakınlaşma öylesine kolay görünmüyordu. küçük çocukları olan dul bir kadındı, üstelik daha kocasından ayrılma işlemleri bile tamamlanmamıştı…

iki yıla yakın çekiştiler, nerdeyse kovalamaca oynadılar.
nâzım’ın annesi celile hanım piraye’yi iki çocuklu dul bir kadın olduğu için oğluna uygun görmüyordu. piraye’nin ailesi ise nâzım’ı, komünist olduğu, ömrü cezaevlerinde geçeceği için kesinlikle istemiyor, kızlarına, “aklını başına topla, gençliğin sona ermeden, varlıklı bir adamla, doğru dürüst bir evlilik yap,” diyorlardı. 1931 yılı bu havada geçti. ama iki ailenin uyarıları da bir sonuç vermedi. nâzım aşk konusunda kimseyi dinlemezdi.
1931 yılı sonlarında ya da en geç 1932 yılı başlarında nâzım ile piraye artık evlenmeye karar vermiş durumdaydılar.
piraye bir türlü yurda dönmeyen vedat örfi’den ancak 13 eylül 1932’de ayrılabildi. araya nâzım’ın tutuklanıp bursa’da idam istemiyle yargılanması da girince evlenmeleri ancak 31 ocak 1935’te gerçekleşti.
orhan ezine ile vedat başar’ın tanıklığıyla kadıköy evlendirme dairesi’nde sessiz sedasız bir nikâh kıyılmıştı. yalnızca köşktekiler biliyordu durumu. bir tören yapılmadığı için evlendiklerinden kimsenin haberi olmadı. pek çok kimse nikâhlanmadan birlikte yaşadıklarını sanıyordu.
nâzım 1.5 yıl kaldığı bursa cezaevi’nden dönünce, önceden olduğu gibi, gene nişantaşı’ndaki ipek film stüdyosu’nda çalışmaya başlamıştı.
17 ocak 1938 gecesi, nâzım hikmet, konuğu olduğu halasının oğlu celâlettin ezine’nin evinden polislerce alınarak ankara’ya götürüldü. harp okulu komutanlığı askeri mahkemesi’nde hızla yargılanarak, kanıtlanmış hiçbir suçu yokken, 29 mart 1938 salı günü saat 10’da 15 yıl cezaya çarptırıldı. 28 mayıs 1938’de ise askeri yargıtay bu cezayı onayladı.
bir yıl önce, 21 haziran 1937’de aklanmayla sona eren bir gizli örgüt kurma davası ise yargıtayca bozulmuştu. istanbul ağır ceza mahkemesi’nde yeniden görülecek olan davada hazır bulunması için, ankara cezaevi’nden alınarak istanbul’da sultanahmet tutukevi’ne getirildi.
 

1938 haziran ayı sonuna doğru ise donanma komutanlığı’ndan gelen görevliler nâzım hikmet’i sultanahmet tutukevi’nden alıp kelepçeli olarak köprü kadıköy iskelesinden bir motorla adalar açığında bekleyen erkin gemisine götürdüler. önce bir ayakyoluna, sonra sintine ambarına kapatıldı.
donanma askeri mahkemesi’ndeki yargılama erkin gemisinde 10 ağustos 1938 günü başlayıp 29 ağustos 1938 günü son buldu. nâzım hikmet ’e “donanmanın inhilal [dağılma] ve ihtilale maruz kalmasına” yol açmak istediği için 20 yıl daha ceza verildi. iki ceza birleştirilip yasaya göre gerekli kesintiler yapılınca 35 yıldan 28 yıl 4 aya indi.
31 ağustos 1938 günü sultanahmet tutukevi’ne geri getirilen şairin bu akla durgunluk veren cezası, 29 aralık 1938’de askeri yargıtay’dan gelen onayla kesinleşti.
böylece piraye ile mehmet’in nâzım’la aynı çatı altında yaşadıkları mutlu günler de sona ermiş oluyordu. 1932’den 1938’e, topu topu altı yıl…

not: piraye portreLeri nâzım hikmet tarafından çiziLmiştiR !

Written by My biSGen

04 Nisan 2008 at 20:06

HERGUNEBIRSEDA kategorisinde yayınlandı

Piyano Pedagojisinin Temel Özellikleri

leave a comment »

yazıyı paylaştığı için "nüAns" öğRetmene teşekkürler…

Başlangıç piyano eğitiminin temel amacı, öğrencinin ileride gereksinim duyacağı piyanistik gelişimine temel oluşturacak kaliteli altyapıyı sağlamaktır. Bu eğitim, öğrencinin kişisel gelişiminde de, duygusal bileşenlerinin derinleştirilmesi ve terbiye edilmesi, sanatsal yönlerinin gelişmesi, motor becerilerinin artması gibi çok yönlü ve olumlu etkiler yaratır.

Günümüz pedagoji anlayışlarının genel yaklaşımı, başlangıç piyano eğitiminin bilimsel bir süreç olduğu ve bu süreçte bilimsel yöntemlerden yararlanılması gerektiği üzerinedir. Artık, merkezi sinir sistemi ve bunun fonksiyonlarının önemi daha iyi bilinmektedir. Pek çok ülkede piyano eğitimcileri, bu konuda uzmanlaşmış okullardan ya da bu iş için hazırlanmış kurslardan geçmek zorundadır.

 

Çalgı pedagojisinin en temel sorunlarından biri, müziksel ve teknik ders bölümlerini dengelemektir. Bu, eskiden beri gelen bir sorundur. Eskiden, farklı iki eğilim vardı: bu internet sitesinin “piyano eğitimi tarihi” kısmında detaylı olarak inceleyebileceğiniz üzere, eğitimin ilk ekollerinde, teknik gelişme çok ön plandaydı, müzikalitenin, kişinin içinden geldiği kabul edilirdi. Bu görüşe karşı olarak da, maksimum müzikalite ve müziksel düş gücünün teknik problemleri kendiliğinden bertaraf edeceği görüşü savunuldu. Her iki görüş de, gelişme için önemli ve haklıdır. Çalışmada sıradışı görüşler kabullenmek yerine, bir denge sağlamak daha doğru olabilir.

Bir diğer önemli sorun, dersleri çocuklar için çekici hale getirmektir.

Günümüzde, dünya çapında kabul gören, “işitsel yöntemlerin” kullanımı ve çocuklar için başlangıç yaşının 4-6 arası olduğudur. Öğretim malzemesi melodik ve ritmik tekerlemeler, halk şarkıları, çocuk melodileri gibi materyallere dayanmaktadır. (Ancak bu konu, Türk piyano eğitim sisteminde, olması gerektiği gibi kullanılamamaktadır). Küçük eğitim bestelerinde bile, kalite ve çeşitlilik önemli olmalıdır. Repertuvar seçimi sadece teknik öğelere göre değil, müzikal öğelere göre de yapılmalıdır.

İlk dersten itibaren öğrenci, müzikal cümlelerin ve ifadelerin mantığını anlamaya yönlendirilmelidir. Tanıştıkları her yenilik, onlara, sadece mekanik yorum getirmemelidir. Pratik çalışmada her yeni konu, basit bir doğaçlamayla, sorulan bir müzik bilmecesiyle, grafik gösterimle pekiştirilmelidir.

Piyano başlangıç eğitimini üç ana bölümde inceleyelim:

1. Öğrencinin Piyanoyla Müziksel Gelişimi: Entonasyon ve ritmik alıştırmalar, müziksel hafıza gelişimi ve kaliteli piyano tonu elde etme .
2. Piyano Çalma Tekniği: Bu konu tonu ve hafızayı kapsamakla kalmaz, aynı zamanda hareketsel temel teknikleri ve bu tekniklerle bütün vücudun aktivitesini de kapsar. Çocukların elini beş parmak pozisyonunda sabitlemiyoruz – kolu tamamen kullanarak, serbest hareketlerle parmak ucundan güzel ton çıkmasını sağlıyoruz. Her bir parmakla portamento, ardından gruplama, diğer tuşelemeler ve sonraki aşamalar geliyor. En başından beri çocuk, piyanonun tamamında çalar – tüm siyah ve beyaz tuşlarda. Farklı tonlara transpoze yapılır.
3. Notadan Çalma: Bu konu da önceki ikisiyle beraber düşünülmeli ve çocuk en başından itibaren notadan çalmaya hazırlanmalıdır. Daha sonra, kağıtta gördüğü nota onun işitmesine yol açmalıdır. Dolayısıyla notalar, piyanodaki tuşları değil, sesleri ifade etmelidir.

Ünlü Rus pedagogu A.D. Alexejev, kendi kitabında bu konuyu ve piyano eğitim yöntemlerindeki yanlışları çok güzel açıklamaktadır:

“En büyük yanlış, öğrenciyi, müzikal temel vermeden, en başta notalarla tanıştırmaktır. Bu durumda öğrenciler müziksel anlamları kavrayamamaktadırlar. Tona ve sanatsal kaliteye önem verilmemektedir.”

Başlangıç Öğrencisinin Piyano Dersinde Psikoloji ve Pedagoji Bilgilerinin Pratik Uygulamaları:

Polonyalı pedagog Markiewiczova’ya göre, başlangıç piyano derslerinin en önemli iki kişiliği olan öğretmen ve öğrenci, farklı karakterlerdedir. Öğretmen, kişiliği oturmuş, sabit bir uzmandır. Öğrenci ise, tüm olayın etrafında döndüğü kişiliktir, karakteri ve psikolojisi, kişiden kişiye ve zamandan zamana göre değişir. Her bir öğrencinin karakteri ve psikolojisine bağlı olarak, farklı öğretim yöntemleri kullanılmalıdır.

Başlangıç öğretmeni, ders süresince çocukla ilişki kurmak ve bu ilişkiye dayanmak zorundadır. Eğer bu öğretmen, çocuğun ilk öğretmeniyse, bu gereklilik daha da büyük önem kazanır. Bu nedenle, sadece iyi piyanist olmak ya da psikoloji bilgilerine hakim olmak yetmez, ayrıca pedagojik kabiliyet ve geniş bir ufuk da gereklidir. Güçlü karakter, geniş kültür, insan ilişkilerinde iyi olmak ve çocuklarla sağlam ilişkiler kurabilmek, çok önemli mesleki zorunluluklardır. Bütün öğrenciler mükemmel piyanist olmak zorunda değildirler. Müzikle daha yakın ilişki kurmaları, zevk almaları ve yaptıkları aktiviteden memnun olmaları, genel amaç olmalıdır.

En baştan itibaren öğretmen ile öğrenci arasında arkadaşça bir bağ kurulmalı ve yakın duygulara ve düzene dayalı ilişki sağlanmalıdır. Başlangıçtaki inatçılıklar, öğretmenin arkadaşça yaklaşımlarıyla atlatılabilir. Hiçbir zaman çocuklarla ilişki katı olmamalı, onlra karşı sert tutum alınmamalıdır. Öğrenciye müzik dışında, pozitif karakter özellikleri kazandırmak da, amaçlarımızdan biri olmalıdır.

Piyano eğitiminin başlangıcında çocukların karakteri çok işlenebilir durumdadır. Yetersizlikleri (ve eksiklikleri) vardır ki bunları aşabiliriz; bunun yanında etkileyici karakteristik özellikleri de vardır ki bu nedenle öğretmenin, öğrencinin karakterini anlaması çok önemlidir.

Öğretmenler bazen gereksiz bir acele içindedirler ve çocuğun gereksinim duyduğu zamanı ona sağlamakta cimri davranırlar. Derse sıklıkla zor öğeler getirdiğimizde, öğretmene ve öğrenciye fazladan efor sarfettiririz ve “genel” ilerlemeyi yavaşlatırız. Süratli gelişmeyi genellikle yetenekli öğrenciler gösterebilir. Bestenin çok detaylı çalışılması ilgi kaybına neden olabilir. O eserin çalışılmasında amaçlanan seçilmiş öğe tam oturmuyorsa, bu durumda daha geniş repertuvarla çalışmak ve ısrar etmeyerek bu öğeyi başka eser ya da etütte öğretmeye devam etmek daha doğru olur. Çocuklara kapasitelerini zorlayan ödevler verildiğinde, genellikle tatlarını kaybederler ve korkarlar. Yetenekli bir öğrenci, bu zor ödevleri başarabilir, ama zamanla yarış atı durumuna düşüp piyanodan ve müzikten soğuyabilir. Bunu önleyebilecek tek şey, anlayışlı öğretmenin doğru repertuvar seçimidir.

Doğru repertuvar seçimi zaman, çalışma ve tecrübe isteyen bir iştir. Öğrencinin ilgisini çeken bestelere sıklıkla yer verilmelidir. Ayrıca, öğretmenin, öğrencisinin sınırlarını keşfetmek için repertuvarında çeşitlilik yaratması da anlayışla karşılanmalıdır.

Piyano eğitimi, büyük istek, sabır ve disiplin gerektirir. Bütün eğitim süresi boyunca bunları elde etmek zorundayız; bununla beraber, bunları garanti eden bir yöntem de bulunmamaktadır. Bu eğitimden onların en büyük kazancı, müziğin ve piyano çalmanın heyecanıdır. Piyano dersleri çocuklar için ilginç olmalı, onların yaratıcı aktivitelerini ve düş güçlerini geliştirmelidir. Öğretmenin rolü sadece teknik becerileri geliştirmekle sınırlandırılamaz.

Teknik gelişim çocuklara ilginç gelmelidir. Tekniğin çok ön planda olduğu eski zamanlarda, aynı alıştırmaların sürekli mekanik olarak tekrarı öğrencide hissetme kaybına neden olmaktaydı. Bu, günümüz piyano pedagojisinin teknik çalışmaya önem vermediği anlamına gelmez. Çabuk, derin ve yaratıcı alışkanlıklar için, piyano çalmanın temel teknikleri gereklidir. Bununla beraber, teknik çalışmanın yöntemi ve motivasyonu değişmiştir. Öğrenciler müziksel içeriği anlamalı, alıştırmanın öğrettiğini kavramalı ve teknik zorlukların üstesinden gelmeyi başarmalıdırlar.

Müziği sadece hissetmek yetmez, onu anlamak da gereklidir. Eskiden bu anlayışın, yaşı daha büyük olan öğrenciler için geçerli olduğu düşünülürdü ve malesef geç kalınırdı. Bu yüzden öğretmen, öğrencilerinin sadece duygularla çalmasını değil, öğretilmiş -çalışılmış bilgilerle “anlayarak” çalmasını da sağlamalıdır. Piyano dersi öğretmenin pasif önerileri ve istekleriyle geçemez. Diyalog olmalı, ortak yaratıcı süreçten geçilmeli, böylece her iki tarafa da güzel şeyler vermelidir. Ders diyalogları sadece sözcüklerle değil, öğretmen ve öğrencinin piyano çalışıyla da olmalıdır. Öğrenciye müzikal sorular, açıklamalar ve bilmeceler sunmalıyız. Onların kendi başlarına müziksel gizleri ortaya çıkartmalarını sağlamalıyız. Evde ödevler yapılırken öğrenci yaptığı hataları kendi başına duyabilmelidir. Her türlü durumda öğrencinin kendi fikirlerini açıklamasına izin verilmelidir.

Ülkemizde çocuklar genellikle 6-8 yaşları arasında piyanoya başlıyorlar. Dünyada, son çeyrek yüzyılda, ülkemizde de son birkaç yılda, okul öncesi eğitime yönelik bir eğilim mevcuttur. Bu, dört yaşından itibaren olmaktadır. Dört ile sekiz yaş arasında çocuklar çok hızlı gelişirler, o yüzden aynı yöntem ve materyalleri kullanmak doğru olmaz. Bizim için çocuk psikolojisine uygun çalışmak çok önemlidir. Öğretmen, çocuğun sadece müziksel değil, zihinsel ve bedensel gelişmesine de önem vermelidir. Okul öncesi çağın önemli avantajları vardır. Öncelikle çocuğun okul için yapması gereken zorunlulukları ve ödevleri yoktur. Piyano dersleri onun için yeni bir zorunluluk gibi gelmeyecektir.

Farklı zihinsel, fiziksel, psikolojik düzeylere saygı duymalıyız. Okul çağı çocuklara notalar, şemalar gibi kavramsal materyaller gösterirken, okul öncesi öğrencilere, hafızasını kullanarak eğitim yapmak daha iyidir. Okul çağı çocuklara genellikle hatayı düzeltmek için söylemek yeterli olurken, okul öncesi çocuk, öğretmeni taklit etmek ve defalarca tekrar etmek gereksinimi duyar; başka türlü yaptığı hatalar kalıcı olabilir. Okul çağındaki çocuk bestenin duygusal karakterini (üzgün, neşeli vs) sözcüklerle ifade edebilirken, okul öncesi çocuk aynı tepkileri veremeyebilir.

Piyanoya başlangıç pek çok farklı öğeden oluşur – müziksel işitme, hissetme, piyano çalmanın teknik becerileri gibi. Öğretmen, her bireye uygun programı çeşitlilikle hazırlamalıdır. Uygulanan program, derste, çocuğun yorulmasına olanak tanımamalıdır, çünkü, çocukların sorunu fiziksel yorgunluk değil, dikkat verememedir. Eğer dikkatin dağıldığı hissedilirse, farklı bir aktiviteye geçilmelidir. Okul öncesi dersler de çok uzun olamaz, örneğin Rus yöntemine göre, en fazla 45 dakika olabilir – o da, ders hoşlarına giderse…

Çocuklar harekete açtır. Derste onların hareketsel aktivitelerini ortaya çıkaracak durumlar olmalıdır. Öğrenci oturur, kalkar, hareketli alıştırmalar yapar ama bunların hepsi dersle bağlantılı olmalıdır. Pasiflik, işin temposunu yavaşlatır ve dikkat toplamak için fazladan zaman kaybedilmesine neden olur. Çocuklar sistemli çalışmayı alışkanlık haline getirmelidirler. Bu, evde tek başına öğrenilmez, derste gösterilmelidir ki, en azından bazen hatırlayabilsinler.

İlk dersten itibaren öğrencinin, çalgıyla duygusal bir bağ kurması için çalışılmalıdır. Okul öncesi çocuklar için piyano, en popüler oyuncak haline gelmelidir, ancak öğrencinin, bu oyuncağı ciddiye alması da sağlanmalıdır. Okul çocuğu için ise, hergün ona zaman ayırabilen, onunla çok şey paylaşabilen iyi bir arkadaş olmalıdır piyano.

Her öğretmen öğrenciyi takdir etmenin / ödüllendirmenin önemini bilir. İyi yapılmış iş sadece sözle değil, aynı zamanda, müzikle de ödüllendirilmelidir. Örneğin öğrenci, iyi yapılmış bir çalışmadan / ödevden sonra, ödül olarak güzel bir beste çalmaya hak kazanabilir, öğretmeniyle dört el çalabilir, doğaçlama yapılabilir.

Piyano dersleri için velilerin yardımı ve ortak çalışması çok önemlidir. Öğretmen daha ilk dersten onlarla konuşarak temel konular hakkında bilgi vermelidir; ayrıca, okul çağındaki çocukların ev ödevi konusunu aileyle birlikte hazırlamalıdır. Evde, sistemli şekilde çalışmaya başlamak zorunlu olmalıdır, ancak bitirmek saate bağlanmamalıdır. Sadece programda yazıyor diye çocuklar bir on dakika daha neden çalmak zorunda olsunlar? Eğer istek duymazlarsa, kalite de olmaz.

Velilerin kaliteli müzik aracılığıyla çocuklarıyla kontak kurmaları çok önemlidir. Evde çaldıkları müzikler, onlar için sadece bir ödevden ibaretken, iyi icra edilirlerse, zevk haline gelebilirler. Evde, en azından kısa sürelerle de olsa, seçilmiş kaliteli müzik dinlenmelidir – aileyle müzikli tiyatrolara, konserlere gidilmelidir. Ancak, dikkat edilmesi gereken bir nokta, öğretmenin, velilerle konuşurken dikkatli olması, yardıma çağırırken otorite krizi yaratmamasıdır.

İlk derse, diğer derslerden daha fazla önem göstermek gereklidir. Büyük olasılıkla veliler, çocuklarını nasıl davranmaları gerektiği konusunda uyarmışlardır – bu da, başlangıçta sıkıcı bir atmosfere yol açabilir. Öğretmen, aksine, iyi bir atmosfer yaratmalıdır; ilginç birşeyler gösterebilir, piyano çalabilir, öğrenciyle iyi bir ilişki kuracağına inandırabilir, okuldan, onların okul arkadaşlarından bahsedebilir. Genelde çocukların büyük çoğunluğuyla hızlı bir ilişki kurulur ve onlara hemen birşeyler öğretmek mümkün olur. İlk derste, zor olmayan ev ödevi verilmelidir.

Modern eğitimcilik bize çok katı yöntemler kullanmamamızı, olaylara, kapasite ve karaktere göre değişik yöntemler izlememizi söylüyor. Okul öncesi çocuklarla yapılan dersler farklı kısa bölümlerden oluşmalıdır. Bir örnek verecek olursak:

• Çalışma için gerekli ruh halini oluşturmak
• Çalgıya ilgi uyandıracak bilmece
• Öğrenci, aynı şekilde tekrar eden bir ritim kalıbını çalarken, öğretmen, güzel müzikal fikirlerle ona eşlik eder.
• Müzikalite ve düş gücü geliştirme alıştırması
• Yeni şeyler göstermek ve ev ödevi hakkında açıklamada bulunmak
• Müziksel formların grafiksel gösterimi
• Eski ödevin tekrarı
• Dersin değerlendirilmesi

Okul öncesi çocuklarla yapılan derslerde dikkat edilmesi gereken diğer noktalara da değinelim. Önemli konuları sık sık tekrar etmek ve doğru anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol etmek gerekmektedir. Söylediklerinden ya da yaptıklarından, onun, anlatılanı gerçekten anladığına ikna olmalıyız. Çocuk anladığını zanneder, ama kendi doğru bildiğini anlamış olabilir – kontrol etmeliyiz.

Ev ödevi büyük olmamalıdır ve öğrenci tarafından iyice anlaşılmalıdır. Eğer bundan emin olmazsak vermemeliyiz. Ödev kontrol edilirken, genelde, öğretmenlerin eğilimi, sabretmemek ve sürekli düzeltmek yönündedir ve bu kesinlikle yanlıştır. Eğer ödev, sonuna kadar hazırlanmışsa, mutlaka sonuna kadar dinlemeliyiz. Tamamını dinledikten sonra önce pozitif noktaları belirtmeliyiz. Problemleri de kesintisiz sıralamamalı, birer birer ele almalıyız.

Başlangıç düzeyinde olanlar için her derste “müziğin güzelliği” için bir bölüm ayırmak gereklidir, burada öğretmen, kendi müzik aşkını onlara aşılamaya gayret etmelidir. Duyguları müziğe, müziği duygulara çevirmeyi öğretmek, önemli bir amaç olmalıdır.

ÖĞRENCİNİN MÜZİKALİTESİNİ GELİŞTİRME

Öğrencinin müzikalitesini geliştirmek birincil amaçtır. Çocuklar öncelikle yaşamak, (tecrübe etmek), sonra öğrenmek isterler. Çocuklara müziği öğretmenin ve yorumlatmanın yolu da, iyi bir işitmeden geçer.

Kulak alıştırmalarını seçerken en temel özellikleri kapsamalarına özen göstermeliyiz. Eğer öğrencinin müzik temeli varsa, en basit alıştırmaları vermemeliyiz, bunların üstünden kısaca geçmeliyiz. Öğrenci için, çalgıdan çıkartacağı kaliteli ton, çok önemlidir. İşitsel kontrol olmadan, mekanik çalma yoluna gidilmemelidir.

Müzikaliteyi geliştirmenin önemli adımlarından birisi, ritmik okumayı geliştirmektir. Başlangıçta metrik-ritmik sorunlar ciddidir. Onlara en çok yardım edecek olan ise, sözcüklerdir. Görüntüye dayalı örnekler ve yürüyüş de kullanılabilir. Mekanik sayma yerine, dil bağlantılarını kullanabileceğimiz, çocuk tekerlemeleri ve benzeri kalıplar kullanmalıdır. Doğru ritimli metinler çocuklara daha kolay ulaşabilir. Metrik his oluştuktan sonra, sayıma geçilebilir.

Önemli bir konu da müziksel hafızadır. Çocuğun ezber yapması motive edilmelidir. Çocuklar, duyduklarını tam olarak realize etmelidirler. Yapılan analizler, kuru ve aşırı teorik değil, tarih boyunca yapıldığı gibi “güzel çalış” üstünden yapılmalıdır. Kuru bir takım ifadelerle müzik anlatılamaz – incelenemez. Okul öncesi çocukların öğrenmekten zevk aldığı ve problemsiz başardıkları şeyler arasında, aralıklar, akorlar (transpoze edilen – seçilmiş), tekrar edilen ya da transpoze edilen formları duymak, müziksel cümleyi kavramak, nüansları şarkıya ya da besteciğe uygulamak, formları fark edebilmek, farklı artikülasyonları yapmak sayılabilir, ancak bunlar, öğretmeniyle beraber ve onun yardımıyla gerçekleşebilir. Müziğin mantıksal düşüncesi olmadan, sadece mekanik-teknik tehlikelidir. Bu şekilde kaliteli ezber, daha iyi düş gücü, konsantrasyon ve yorum sağlanabilir. Bu, teknik ilerlemeyi de hızlandırır.

Öğrencinin müzikalitesini geliştirmek için üç ana başlıkta açıklamalar verelim:

I) Müzikte Zamanlama

1. Vuruş – müziğin nabız atışı
2. Ritm
3. Tempo

II) Piyano Tonunun Yüksekliği, Gücü ve Rengi

1. Entonasyon – melodi, aralıklar, akorlar
2. Tonun kalitesi ve karakteri, dinamikler, pedal
3. Transpozisyon

III) Müziksel Fantezi ve Düş gücü Gelişimi

1. Müziksel fantezi gelişimi, doğaçlama
2. Temel elementlerle armoni, çokseslilik ve form çalışması
3. İçsel işitme ve müziksel dinleme
4. Dört el çalma ve piyano eşliği

Written by My biSGen

04 Nisan 2008 at 18:10

Piyano Eğitiminde Nota Okuma

leave a comment »

bu güzeL yazıyı paylaşan "nüAns" öğRetmene teşekkürLeR…

Piyano eğitiminde “nota okumak” çok önemlidir. Doğru ve olması gerektiği biçimde nota okuyan öğrenci, başarılı bir şekilde piyano çalar ve repertuarını genişletir. Repertuarını genişlettikçe de yaptığı işten zevk alır. Bu onun, müziğin geniş boyutlarını tanımasına yardım eder. Kısaca, nota okumak ve okuduğu notayı çalmak, müzikten hoşlanmanın ve müziği anlamanın temel esasıdır. Öyleyse, nota okuma becerisini geliştirecek ve başarıyı maksimuma, başarısızlığı da minimuma indirecek olan, eğitimcinin göz ardı etmemesi gereken çalışmalar nelerdir? Nota okumanın ve çalışmanın unsurları neler olmalıdır?

Çoğu eğitimci, öğrencilerine nota okuma ve çalma konusunda, ton ve zaman işaretleri (ölçü sayısı) aracılığıyla, parçanın genel yapısı da göz önünde bulundurarak bazı önerilerde bulunur. Nedir bu öneriler? Örneğin, onlardan ritimler vurmaları, bazı temel akorları çalmaları ve çalarken ellerine değil, sürekli notaları okumaları istenir. Bunlar gerçekten önemli ve önemli olduğu kadar da yararlı önerilerdir. Peki, başka neler olmalıdır? Göz ardı edilmemesi gereken diğer hususlar nelerdir?

Müziği okumak ve çalmak, karmaşık bir beden fonksiyonudur. Diğer bir deyişle, bir intiba ve ifade işlemidir. İntibayı takip eden ifadedeki hız ve atiklik, kişilere göre değişir. Gözler nota kâğıdına bakar, beyin algılar, yorumlar, işitme ve dokunma hissini uyandırır, bunları klavye üzerine aktaracak olan uygun kaslar dürtüyle emirleri gönderir. Eller ve parmaklar çalar. Böylece, nota kâğıdı üzerinde görülen şekiller, işitsel olarak ifade edilir.

Bir öğrencinin müziği okuma yeteneği geliştirmesine öğretmenin başarısı, kullanacağı çeşitli materyalleri öne çıkarması sıraya bağlıdır. Öğrenci bir problemi aşar aşmaz, yeni bir problemle karşılaşır ve onları kendisinin önceki müzikal temellerine ilave ederken, bu bilgiyi kullanmak için devam eder. Müziği okumak için yapılması gerekenleri en başında, müziğin yapısının tanınması ve çalabilmek için de teknik gerekir.

Başlangıçta müzik yapısının basit nota grupları ile tanıtılması gerekir. Bu, modern pedagojide olduğu gibi, bir çocuğun kelimeleri okumasını öğrenme işlemine benzer. Önce kelime grupları, sonra kelimeler ve en sonunda da heceler ve harfler öğrenilir. Bir piyano öğrencisi de önce nota gruplarını, daha sonra ise birer, birer notaları tanıyabilecektir. Bir başka şekilde söyleyecek olursak, gözlerin hareketi, sayfa boyunca düzenli ve devamlı değildir. Belirli nota grupları üzerinde durup sabitleşirler, tanımlamayı yapar yapmazda bir sıçrayışla diğer nota grubunu tanımlamak için dururlar.

Müzik yapısı aşağıdaki şekilde tanıtılabilir. Bunun için Do majör tonu temel olarak kullanılır:

1- Beş sez örneği: Bu basit bir dizi çıkışıdır. Gözler başlangıç notasını bulur ve diğerlerini beş ayrı nota yerine bir şekilde olarak görür.

İyi nota okuyan bir kişinin gözleri, dizek boyunca hareket ederken beş notadan oluşan bir dizi görülecektir. Çalarken, sağ başparmakla başlamasıyla şekil otomatik olarak oluşacaktır.
2-Dizek üzerine yazılmış melodi çizgileri ve aralıklar:
-İkili aralık içeren melodi çizgileri ve aralıklar
-Üçlü aralık içeren melodi çizgileri ve aralıklar
-Dörtlü aralık içeren melodi çizgileri ve aralıklar
-Beşli aralık içeren melodi çizgileri ve aralıklar
-Altılı aralık içeren melodi çizgileri ve aralıklar
-Yedili aralık içeren melodi çizgileri ve aralıklar
-Oktav (sekizli) aralık içeren melodi çizgileri ve aralıklar
3-Üçlü akorlar ve çevirmeleri
4-Dörtlü akorlar

Bir öğrenci, az öncede sözünü ettiğimiz gibi, bir defada sadece bir akor veya sadece bir nota görmeye devam ettiği sürece, akıcı bir şekilde nota okumayı ve beraberinde çalmayı gerçekleştiremez. Yani, nota okumanın kolaylığı, gözlerin ilk bakışta koç notayı algılayabileceğine bağlıdır. Bir defada gördükleri, birkaç nota ile sınırlı olan öğrenciler vardır. Öyle ki bunlar, sayfadaki her notayı bildikleri halde tanımaya çalışırlar. Böyle öğrencileri, yavaş nota okuyan öğrenciler olarak tanımlayabiliriz.

İyi nota okuyan bir öğrenci, müzikteki nota aralıklarının klavyedeki tuşların aralıklarına tamamen uyduğunu anlar, nota kâğıdındaki bir müzik motifinin şekil, sanki eldeymiş gibi hissedilir. Örneğin, beş sesli basit bir dizide olduğu gibi, eşit aralıklı komşu notalar, klavyede nota kâğıdında görüldüğü şekilde hissedilir. Eğer öğrenci başlangıç pozisyonunu biliyorsa doğru bir şekilde çalabilecektir.

Bir müzikal partisyon ve parmak hareketleri arasındaki bul ilişki, yalnızca klavyeli çalgıcılar için geçerlidir. Örneğin, trombonda notalar dizek üzerinde yukarı doğru gidebilir ama çalış aşağı doğrudur. Aynı şekilde bizim halk çalgılarımızdan bağlamada da durum böyledir. Bir yaylı çalgı, örneğin keman çalan bir kişi, tel değiştirir ve aşağı doğru gidiyormuş gibi görünürken, sayfadaki notalar yukarı doğru gider.

Bu ilişki, diğer müzikal şekiller için de geçerlidir. Örneğin, kırılan bir akorda, el yine notaların şeklini alır. Bu şekli tanıyan bir öğrenci, hemen ellerini uygun şekilde ayarlar ve kendisine yalnızca en alttaki notayı bulmak kalır.

Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Örneğin, ters çevrilmiş bir dominant7 akoru; üstte iki parmak komşudur ama beşinci parmak alttaki sesi bulmak için bir açılma yapmak zorundadır.

Benzer durumlar, siyah tuşlar için de geçerlidir. Esas itibarıyla el, nota kağıdındaki notaların göründüğü şekil alır.

Öğrenciler, özellikle ek çizgilerdeki notaları okumakta güçlük çeker. Bu da çalma işleminde bir güvensizlik hissini doğurur. Yukarıda sözünü ettiğimiz teknikleri bilen bir öğrenci, kendisine kılavuz bir nota seçtiği anda, şekilleri hissederek çalar. Nota okumada hata yapsa bile, çalma konusunda güven kazanır.

Aynı şekilde, notaların kağıt üzerindeki adlarından çok, klavye üzerindeki konumları önemlidir. Bir öğrenci, notanın klavye üzerinde yerini tanımlayabilmelidir. Bu, notaların yanlış oktavlarda çalınma şansını azaltır. Öğrencilerin fiziksel tepkilerinin otomatikleşmesi demek, notaların isimlerini kolayca öğrenebilirler demektir.

Elbette tüm bunlar, öğretmen dikkatli bir şekilde planlar ve sıraya koyarsa, zamanla kendisinin desteğine öğrenci daha az ihtiyaç duyacaktır. Eğitimcinin asıl amacının, öğrenciyi daima bildiklerini tanımaya hazır duruma getirmek ve kendi ayaklarının üzerinde durmasını sağlamak olacağı unutulmamalıdır.

Materyal seçiminde özellikle okuyucuları için nasıl bir sıra oluşturulmalıdır? Bunu şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Paralel yönde nota hareketleri,
2-Zıt yönde nota hareketleri,
3-tek sesli müzik, sonra basit akor eşliğiyle melodi çizgisi,
4-Çeşitli şekillerde (paralel ve zıt) kontrapuntal hareketler.

Bütün bunları uygulatırken yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, dizekteki nota dağılımlarının, klavyedeki nota dağılımlarıyla aynı olduğu unutulmamalıdır. Öğrenci, el şekilleriyle ilişkisini hatırlatacak nota gruplarını aramayı öğrenmelidir.

Eğitimcilerin, piyano tekniğinin temel çalış
Şekillerinden birisi olan, gamların önemi üzerinde de büyük bir duyarlılıkla durmaları ve okumayı zorlaştıran faktörleri iyi tespit ederek, problemlerin ortadan kaldırılması için gayret sarf etmeleri gerekmektedir.

Gamlar, başlangıçtan itibaren öğrenciye verilmelidir. Öğrenci, bunları yalnızca öğrenmekle kalmayıp, aynı zamanda ezberlemelidir. Çünkü bir parça içersindeki tüm notalar, altere edilmiş sesler olmadıkça, belirli bir gama aittir. Tonal motifler, kısman veya tam dizi şekilleri formundadır veya bir akor yapısını takip eden aralıklar içerir.

Bir öğrencinin, piyanoda fa ve sol anahtarlarını aynı şekilde iyi okuması da önemlidir. İlkokul ve ortaokullarda öğretilen parçaların çoğu sol anahtarıyla yazıldığından, piyano çalan öğrenciler fa anahtarındaki notalarda çok sık hata yaparlar. Bu nedenle, öğrenciler fa anahtarında okumayı geliştirmek zorundadır. Klavye armonisi, bunun için mükemmel bir altyapıdır. Klavye armonisi vasıtası ile öğrenci müzikal yapının aşılmasının verdiği bir güvenli okumayı geliştirir ve anahtar ilişkilerini güçlendirir.

Okumayı zorlaştırıcı ve paralelinde çalmayı zorlaştırıcı faktörlere gelince, bunları temel olarak şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Tempo,
2-Nota bilgisi (kazanılmış olan basit seslerin mükemmel bilgisiyle birlikte, bemol ve diyez seslerin pek çoğu),
3-Teknik beceriler (geniş açılımlar ve sıçrayışlar),
4-Karışık ritim şekilleri.

Bu zorlayıcı faktörler en aza indirmenin yolları nelerdir? Genel öneriler neler olmalı veya nasıl bir sistematik izlek tavsiye edilir?

Genellikle bunlar, kendilerini nelerin beklediği konusunda bazı bilgilere sahip olmak için, parçayı ilk önce tetkik etmeden nota okuyup çalmaya başlayanların yaygın hatalarıdır. İntiba ve ifade gücü, organize düşünmenin iyi alışkanlık haline gelmesiyle artar.

Bir öğrenci, nota okumaya başlamadan önce dört temel elementi kontrol etmelidir:

1-Anahtar isimlendirilmeli,
2-zaman işaretini bilmeli,
3-Tempo göstergesini not etmeli,
4-hepsinden önemlisi, ilk birkaç ölçünün ritmik şeklini, ritmi hissettiğinden emin olarak sayıp, hafif bir şekilde vurmalıdır. Aynı zamanda da müzik boyunca bilemeyeceği bir ritmik şekil araştırılmalı ve bunları da sayarak vurmalıdır.

Ritim, nota okurken karşılaşılan en zor problemdir. Bu nedenle öğrenci, notayı okumadan önce ritmi saymalı ve hissetmelidir. Ritmin doğru olmasına karşı, eğer notaların doğruluğu konusunda herhangi bir şüphe olursa, doğru ritim ve tempoyu koruyup devam edebilmek için birkaç nota feda edilmelidir.

Nota okuma ve çalma uygulamalarında, öğrencinin normal seviyesinden daha kolay materyaller bulunur. Bu şekilde öğrenciler, göz ve el hareketlerini ustalaştırarak güvenlerini güçlendirirler. Bu arada, editörün vermiş olduğu parmak numaralarına uyması için, öğrenciler daima uyarılmalıdır.

nota okuma, hafıza ve alışkanlıkların kombine sonuçlarına bağlıdır. Yani, bazı bilinen semboller vasıtası ile, önceden öğrenilenlerin anında geri çağrılma beceresi olarak düşünebiliriz. Dikkatlice seçilmiş materyaller ile sistematik çalışma sürdüren bir öğrenci, bundan yeterince faydalanacak, piyanoya olan ilgisi artacak ve beğeni düzeyi yükselecektir.

İyi ve çabuk nota okumayı geliştiren bir başka faktör, belki de öğrenciyi en çok motive eden yol, birlikte müzik yapmaktır. Örneğin, düetler, eşlikler, dört el için piyano eserleri gibi. Öğrenci, gerektiği katar grubun temposu ile birlikte hareket eder ve birliktelik, gözü, kulağı ve çalmak için de eli eğiterek hızlı fonksiyonlar kazandırır.

Nota okumayı, görsel öğrenenlerin işitsel öğrenenlerden daha iyi uyguladıkları da başka bir gerçektir. Buna rağmen, bazı öğrenciler bu konuda hiç özel ilgi görmeden, iyi birer nota okuyucusu olabilirler.

İyi nota okumak, öğrencilerin melodik, armonik, kontrapuntal, ritmik ve ona hayat veren yapısal fikirler, karakter ve duygu güçleri ile müziğin kalbine doğru hızlı bir şekilde ilerlemelerine yardımcı olur.

Sonuç olarak, genel öneriler ve hatırlanması gereken noktalara kısaca değinelim:

1-Gözler sürekli ileri bakmalıdır: Öğrencilerin bazen bir eldeki notayı okurken ve çalarken, notayı okumadığından diğer eli gelecek pozisyon için hareket ettirmede başarısız olurlar.

2-Notalar grup şeklinde okunmalıdır.

3-Akorlar bir grup halinde daima aşağıdaki sesten yukarıya doğru (petsen – tize) okunmalıdır.

4-nota okumada süreklilik veya bütünlük sağlanmalıdır. Bunun için, birlikte müzik yapmak önemlidir. Öğrenci yalnız başına çalıştığı dönemde bile, sanki bir başkasıyla müzik yapıyormuş gibi düşünmelidir.

5-Okumadan önce, parça incelenip, temel yapılar kontrol edilerek hafızaya alınmalıdır.
Zehra Seçkin Gökbudak

Written by My biSGen

04 Nisan 2008 at 18:05

Kara Koyun – hikayesi

leave a comment »

bir anadoLu efsanesi/hikayesi diyeyim…

Osman Aktas –KARA KOYUN

Sürüden ayrılma karakoyunum,
Sulağa sarılma karakoyunum,
Gördünse darılma karakoyunum,
Kanlım olma karakoyun dön geri!

Karakoyun da karakoyun. Kanlı canlı. Atik. Ama kindar. Çobana kin tutmuş bir kez. Derler ki, karakoyun gözünü çobanın kucağında açmış. Kuzuluğu çobanın kollarında geçmiş. Onun sevgisiyle şımarmış, onun azarlarıyla üzülmüş. Günlerden bir gün de, çobanı ağasının kızı Gülhanım ile öpüşürken görmüş. Kinlenmiş. Kin, o kin. Sürüp gelmiş. Gelmiş de çobanın ölüm kalım gününe, dayanmış.

Olay çok eski. Yozgat’lılar “Bizde geçti” Çukurovalılar “Bizde geçti” der. Nevşehir’in Akpınar’lıları da kendi yörelerinde geçtiğini söyler olayın. Önemli mi? Önemli olan olayın halkın diline dolanıp ilden ile, dilden dile dolaşıp günümüze dek gelmiş olması. Bir de şu var ki; bu türkü ötekilerden farklı olarak yalnızca kavalla çalınıp söyleniyor. Ağzı dili kaval oluyor bu türkünün. Biz diyelim Ahmet, siz deyin Mehmet. Adı önemli değil. Çoban kendisi. Günlerden bir gün, bir Türkmen obasına gelip iş istemiş. Oba Beyi durumuna bakmış, temiz yüzlü, dürüst bir insan: Yanına alıp sürüyü teslim etmiş. Çoban da yakışıklı. Genç. Boypos yerinde. İşi gücü koyunlar. Sabahın erinde dağ yolunu tutuyor, akşamın geç vaktine kadar şu yamaç senin, bu yamaç benim dolaşıp duruyor. Koyunlarının sağlığıyla seviniyor, onların hastalığıyla üzülüyor. Bir koyunun tırnağına taş batsa, uykusu haram oluyor. Sabaha dek, kırk kere kalkıp bakıyor, kırk türlü ilaç sürüyor yaraya, iyi olana dek omuzunda getirip götürüyor koyunu. Avucunda ot yedirip, külahında su içiriyor. Ha! Bir de şu var, çok iyi kaval çalıyor çoban. Zaman zaman diğer çobanlarla düzenlenen yarışmalarda hep birinci oluyor. Kavalıyla yürütüyor koyunları, kavalıyla durduruyor.

Çoban bu! Kavalı da ortada. Bir de Oba Beyi’nin kızı var. Adına Gülhanım derler. Diğer çobanlar bir övgülüyor, bir övgülüyor ki Gülhanım’ı; çobanın içini bir ateş yakıyor. Daha tanımıyor oysa. Görmüşlüğü de yok. Şundan ki, kendisi çok erken alıyor koyunları ağıldan, çok geç dönüyor. El ayak çekilmiş oluyor o zamana dek. Ama, gün gün de büyüyor içinde Gülhanım. Günlerden bir gün, akşam karanlığı basmadan dönüyor obaya. Yanında diğer çobanlar da var. Ağır ağır sürüyü indiriyorlar ağıla. Tam çeşmenin yanından geçerken bir fısıltı tutuyor çobanları. İşaretle Gülhanım’ı gösteriyorlar. Çoban başını çevirip bir bakıyor ki ne görsün. Ay parçası gibi bir kız. Kırmızı basma fistan. Uzuna yakın boy. Saçları da dizinde. Parlak ela gözler. Başında bir sıra altın dizili. Çoban ufaktan kavala sarılıyor Gülhanım’ı görünce. Bir başlıyor üflemeye ki, Gülhanım sesin geldiği yana başını çevirmeden geçemiyor. Gün o gün; saat o saat! İçinden bir şeyler kaynayıp akıyor ikisinin de. Diyeceksiniz biri ağanın kızı, biri çoban. Ama gönül ferman dinler mi? Göz görüp gönül sevmeye görsün bir kez.

Günler günleri, aylar ayları eskitiyor. Oba koşullarında görüşüp gönüllerini hoşediyorlar. En güzeli de çobanın akşam sürüyü ağıla getirmesi. Kavalıyla her demek istediğini iletiyor Gülhanım’a çoban. Artık öylesine tanıyor çobanın kavalını Gülhanım, çok uzaklardan bile kavalla dediklerini bir bir anlıyor. Diyelim, çoban sürüyü tepeden bayıra indiriyor, kavalına da üflüyor bir yandan. Elin diliyle dediklerini, o kavalıyla söylüyor. Aslında söyleyenden çok dinleyende keramet Dinleyen de öylesine alışmış ki kavalın sesine şıp diye anlıyor kavalın dilini.

Günler böyle geçip gidiyor. Hani çıkıp Oba Beyi’ne, “Böyleyken böyle. Gülhanım’ı Allah’ın emriyle bana ver” dese güler adam. “Ben ki koskoca Karakeçili Aşireti’nin beyiyim, kızımı çobana verecem. Güler elin adamı be!” demez mi? Der elbette. Devir eski devir. Değer ölçüleri böyle. Zenginin kızı zengine, çobanın kızı çobana. Yani ki, “Bu iki genç birbirine yakışıyor. Parası, malı mülkü de önemli” değil denmez. Çoban da bunlan bildiği için gidemez kızın babasına. Bir gün, beş gün derken günler geçip gider. Gizli gizli bakışırlar. O kadar!

Bir akşam üstü, çoban koyunları sağılımdan alıp gece yayılımına çıkarır. Yayılım yeri de çok uzak değildir köye. Bir yandan koyunları yayar, bir yandan veryansın eder kavala. Gülhanım da yatağının içinde bir o yana döner, bir bu yana. Çobanın kavalıyla anlattıklarını dinler. Derken ses kesiliverir birden. Gülhanım daha bir kulak kabartır. Daha dikkatli dinler. Iıh. Ses yok Herhalde uykuya daldı der, keser umudunu yatar yatağa. Ama kulağı yine kaval sesindedir. Çoban derseniz, sürüyü otlağa yayıp yan gelmiştir bir kayanın dibine. Keyfince Gülhanım’a çalıp söylüyordur kavalıyla. Birden karabaş köpeğin havlaması hızlanır. Derken canhıraş sesi duyulur köpeğin. Sonra da hepten susar. Çoban fırlar yerinden. Kavalını bırakıp silaha sarılır. Ama firsat kalmaz. Dokuz kişi birden sarar çevresini. Elini kolunu bağlayıp koyarlar bir kenara. Sürüyü dehleyip götürmek isterler. Ama bir tek koyun yerinden kıpırdamaz. Meleyip bağırmaya başlarlar. Çoban dayanamaz “Benim koyunlar alışıktır. Kavalımla onlara yol vermezsem şurdan şuraya gitmezler. Kollarımı çözerseniz, kavalımla yola düşürürüm sürüyü” der. Elini çözerler. Kavalını verirler. Çoban başlar üflemeye. Başlar üflemeye ya, bir yandan koyunları kımıl kımıl kımıldatır; öte yandan durumu Gülhanım’a bildirir. Şöyle der kavalıyla çoban:

Dokuz atlı geldi sürüyü bastı,
Kıl bağı çok sıktı kolumu kesti,
Kara köpeciğim kanları kustu,
Sürünüz gidiyor ulaşın beyler.

Gülhanım fırlar yatağından birden. Kulak kabartır. Çobanın söylediklerini anlayıp babasına koşar. “Baba baba sürüyü uğrular bastı. Köpeği öldürüp çobanı bağladılar. Sürüyü önlerine katıp götürüyorlar. Acele önlerini çevirirseniz kurtarırsınız. Yoksa elinizi yuyun sürüden” der. Babası, oğullarını atlarına bindirip vurur özengiyi. Şura senin bura benim derken kavalın sesini duyarlar. Yolun kuytu yerini seçip pusu kurarlar. Tam uğrular önlerinden geçerken üstlerine atlayıp ver ederler dayağı. Kimi sağa kimi sola kaçıp kaybolur uğruların. Sürüyü önlerine katıp obaya dönerler. “İyi, hoş. Ama bu işin içinde bir bit yeniği var” der babası. “Nasıl oldu da uğruların sürüyü bastığını, köpeği öldürdüğünü bildin.” Gülhanım ilkin hık mık eder. Sonunda boynunu büküp, “Çoban, kavalıyla anlattı bana” der. “Kaval konuşur mu?” diye karşı çıkar babası. Gülhanım, “Bizim çobanın kavalını ben anlarım” der. Babası işin içinde iş olduğunu sezinler. Çağırır çobanı yanına “Tez zamanda obayı terket. Sen kim oluyorsun ki benim kızıma göz koyuyorsun” diye küplere biner. Çobanın boynu eğik. Ne desin. Suspus olur. Çevreden olaya tanık olanlar, durumu obanın yaşlılarına iletir. Yaşlılar bir araya gelip duruma el koyarlar. “Dur” derler Oba Beyi’ne. “Böyle kaldırıp atamızsın bu adamı. Bir fırsat verelim ona. Oba törelerine uygun olarak sorgulayalım”. Üç kişilik bir oba meclisi kurarlar. Bu meclis ne derse o olacak. Çağırırlar Oba Beyi’ni de, çobanı da. İlk, çoban anlatır. “Göz gördü gönül sevdi” der. “Gönül ferman dinlemiyor ki” der. Şunu der, bunu der. Sonunda “Gülhanım’ı gördüm vuruldum. O da bana vuruldu. Ben onu sevdim, o da beni sevdi. Bugüne dek yüreklenip, Tanrı buyruğuyla isteyemediysem, suç benim değil, kötü törelerin. Kusur ettiysem bağışlayın. Meclisiniz ne karar verirse boynum kıldan ince” der, saygılar meclisi çekilir. Söz Oba Beyi’ne gelince; “Ben ki bu obanın beyiyim. Ağasıyım ünüm şanım yerinde. Gözüm nuru kızımı, dengimde birine vermek isterim” der. Daha başka şeyler de der ya, sonunda “Benim aklımın almadığı bir kaval meselesi var. Bu işin içindeki bit yeniği kafamı bozuyor. Nasıl oluyor da kavalıyla konuşabiliyor. Nasıl oluyor da kızım bunları anlıyor. Aklım almıyor. Bu danışıklı döğüş gibi geliyor bana. Beni rezil etmek için uydurdular bunu. Aslında hırsız da, sürünün çalınması da bir oyundu gibi geliyor bana. Ama yüce meclisiniz ne karar verirse razıyım” deyip noktalar sözlerini. Meclistekiler verir kafa kafaya. Doluya koyarlar almaz; boşa koyarlar dolmaz. Sonunda şöyle bir karar verirler. Çoban, koyunlarına üç gün, üç gece tuz yalatacak. Sonra da suyu geçirecek. Suyu geçecek koyunlar ama, bir tek damla su içmeden. Eğer üç gün, üç gece yaladığı tuza rağmen koyunlar su içmeden çayı geçerse, kızla evlenecek çoban. Yok koyunlardan bir tanesi bile su içerse, çoban davayı kaybedecek. Obayı terkedecek. Çoban da Oba Beyi de karara “evet” demiş. Ve üç gün, üç gece koyunlara tuz yalatmışlar. Üç gün sonunda, ihtiyar meclisi, Oba Beyi ve çoban gelmişler çayın kenarına. Bir yandan da koyun sürüsü koyverilmiş ağılından. Koyverilmiş ki aman aman. Yazın sıcağında güneş tepeden vurur. Üç gün üç gece de tuz yalamış ki koyunlar; yürekleri yanıyor. Bir damla suya hasret. Bir koşu yönelmişler çaya. Koyunlar çayırı bir yakasından gelir; çoban çayın öbür yakasında. Ve elinde kavalı çobanın. Elinde kavalı ki, tüm umudu kavalında.

Bir de, Karakoyun var sürünün içinde, elinde doğmuş çobanın. Karakoyun yaman koyun. Leb demeden leblebiyi anlıyor. Kaval sesine de bir alışkın ki Karakoyun eh! Ne demek istediğini anlar çobanın. Ve de nerde duyarsa duysun, tanır kendi çobanlarının kaval sesini. İşte, suyu içirmemek için bir kavalına, bir de Karakoyuna güveniyor çoban.

Ne zaman ki sürü yamaçtan görünmüş, elindeki kavalı ufaktan ufaktan ağzına götürmüş çoban. Başlamış üflemeye. Çoban üflüyor kavalını ve sürüdeki her bir koyuna ayrı ayrı yalvarıyor. Ne dediğini, neler söylediğini koyunlar bir bir anlıyor. Şöyle yalvarıyor çoban koyunlara:

Koyun seni yedi yıldır güderim,
Sizi kor da nerelere giderim,
Gülhanım’ı yedi yıldır severim,
Bildin mi sevdiğimi Alakoyunum.

Ben sürümü yaydım yaydım getirdim,
Keyfi yetti, argacına yatırdım,
Bacın sağdı, ben südünü götürdüm,
Ablanı seveyim Ağcakoyunum.

Ak taşlara tuzunuzu ekerim,
Siz yedikçe, melül melül bakarım,
Ben aşkımla yüreğimi yakarım,
Gördün mü sevdiğimi Karakoyunum.

Çoban bunları dillendiriyor kavalıyla ya, koyunlar üç gündür tuz yalamış. Bir tek damla su içmeden, tam üç gün, üç gece tuz yalamış koyunlar. Yürekleri yanıyor. Bir de güneş var ki tepede; fırın gibi ortalık. Yürek yanığı bir yandan; güneş bir yandan. Çay da bir akıyor ki şırıl şırıl. Çoban yine Karakoyuna dil eder kavalını…

Karakoyun sana tuzlar yalattım,
Yalattım da ciğerciğim doğrattım,
İşte seni su başına ilettim,
İçme koyun içme haydi dön geri,

Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.
Tanla gelir sarı çanın avazı,
Kimi allar giymiş, kimi kırmızı,
Dönüp kılsam ben bir sabah namazı,

İçme kayun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.
Eğilip içenler onup yetmesin,
Yedip güden çoban gayri gütmesin,

Yaydığı yerlerde otlar bitmesin,
İçme koyun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.

Koyunlar iniyor tepeden, ama ne iniş! Yürümüyor koşuyorlar; koşmuyor uçuyor koyunlar. Koyunların yüreği yanık. Çoban korkulu. Ver ediyor kavala. Bir bir adlarını sayıp, döngeri etmek istiyor koyunları.

Hangi çoban size kaval çalacak,
Taze çimen, mor sümbüller solacak,
Gülhanımın gönlü öksüz kalacak,
Kanlım olma Akkoyunum dön geri.

Ak koyunum koyunların beyidir,
Karakoyun yüreğimin yağıdır,
Yaylası da Üçkapılı Dağıdır,
Kanlım olma Alakoyun dön geri.

Sürü suya yaklaştıça yaklaşıyor. Girdiler girecekler. Karakoyun duruyor birden. Kulak veriyor kaval sesine. Biraz daha yalvarmalı, biraz daha umutlu çalmaya başlıyor çoban. Kaval kavallıktan çıkmıştır artık. Kaval, kaval değil doğa yaratığı bir dil olmuştur. Bir dil olmuştur ki, koyunların anladığı lisandan konuşur. Ağlar. Yalvarır. Umutlanır. Velhasıl, her bir duyguyu alır çobandan, götürür Karakoyun’un kulağına koyar.

En çok Karakoyuna güvenmektedir çoban. En çok da Karakoyun’dan korkmaktadır. Neden derseniz. Karakoyun kinci koyun. Yaman koyun Karakoyun. Sürü kendi başına gidiyor, Karakoyun kendi başına. Ayrılıyor sürüden, bir koşu varıp suya ulaşıyor. Uzatıyor kafasını suya. Uzatıyor ki içti içecek suyu. Çoban daha içten daha yalvarmalı üflüyor kavalını.

Sürüden ayrılma Karakoyunum,
Sulağa sarılma Karakoyunum,
Gördünse darılma Karakoyunum,
Kanlım olma Karakoyun dön geri.

Kuzunu taşıdım, bahar çağında,
Gezdirdim otlattım, Çiçekdağı’nda,
Kurutma gülümü gönül bağımda,
Kanlım olma Karakoyun dön geri.

Karakoyun meler. Zıplayıp çıkar çayın kıyısına. Ve fırlayıverir birden sürünün önüne. Öyle bir yay çizer ki, koyunların önünde, hızları kesilir. Yavaşlar dururlar birden. Sonra Karakoyun önde, sürü peşinde ağır ağır girerler suya. Girerler ki, bir tek koyun kafasını uzatmaz suya. Karakoyun tırnak tırnak atar suyu. Boz bulanık olur suyun yüzü.

Güneş bir yandan, üç gün üç gecelik tuz yalayış bir yandan. Susuzluk bir yandan. Dayanamaz koyunlar susuzluğa. Ama Karakoyun durur mu? Öyle çekip çevirir ki sürüyü, bir teki bile suya uzatmaz kafasını. Vurur geçerler suyu. Çobanda bir heyecan, bir telaş, bir sevinç. Hepsi karışır birbirine.

Oba Beyi şaşkın. İhtiyar meclisi hafiften sevinçli. Karakoyun sürünün başında. Çoban bu kez yalvarmayı bıralap bir minnetle dillendirir ki kavalı; neler der, neler demek ister onu kendisi, bir de kavalını anlayanlar bilir.

Böyleyken böyle. Çoban kazanır davayı. Gülhanım’a kavuşur. Ancak Oba Beyi kızıyla çobanı evlendirmeden önce sorar: “Doğruluğunu, yiğitliğini kanıtladın oğul. Ama, anlamadığım bir şey var. Karakoyun neden diğer koyunlardan aynldı ilkin. Kinli kinli suya girdi. Sonra sana bakıp da suyu içmekten vazgeçti”. Çoban yeniden sarılır kavala, soruyu kavalıyla cevaplar.

Yıllar var ki koyunları güderim,
Akşam gelir, sabahları giderim,
Koyun gibi, aşkımı da güderim,
Bağışla suçumu beylerin beyi.

Eridim su gibi ama akmadım,
Ne çiçeğe, ne çimene bakmadım,
Geceleri ışık bile yakmadım,
Bağışla suçumu beylerin beyi.

Gülhanım aşkında bana adaştı,
Kapandı gözümüz, gönlümüz taştı,
Bir gündü dudağım biraz yaklaştı,
Bağışla suçumu beylerin beyi.

Sel oldu çağlattı Karakoyunum,
Yüreğim dağlattı Karakoyunum,
Bunları anlattı Karakoyunum,
Bağışla suçumu beylerin beyi

Der ve kavalı bir yana atıp, eline sarılır Oba Beyi’nin. Oba Beyi de kucaklar çobanı. Gülhanım derseniz, sevincinden uçuyor. Sonunda onlar da erer muradına.

-+-+-+-+-+-+-+-

sıkıLmadan okuduysanız “Çoban Kayası Hikayesi“ni de okuyun mutLaka…

cihan yurtçu karakoyun video

Written by My biSGen

03 Nisan 2008 at 23:03

hikaye/masal/mitos kategorisinde yayınlandı

müzik dersinden sunum hazırlayacak öğrencilere bir iki kaynak site…

leave a comment »

yaR saRsa beni… 2 yoRum / ikLim

leave a comment »

kaRdeşim eRsin biŞGen‘e ithafen…

Karac’oğLan nedendir biLmiyoRum hem beni hem de kardeşimi çok etkiLiyor. Hem kardeşim hem de ben epey Karac’oğLan bestesi yaptık. Bugün ( 1 nisan 2008 şaka gibi…) 17.00’de kardeşim askerden geLiyor nihayet. Ona ithafen bugünLük "Hür güne bir seda" etiketinde sözLeri Karac’oğLan’a bestesi kardeşime ait bir eser yayınLamak istiyoRum.

YAR SARSA BENİ

gökyüzünde tüten olsam
yeryüzünde biten olsam
al benekli keten olsam
yar boynuna sarsa beni
yar kolunda burma olsam
yedikleri hurma olsam
alçım alçım sürme olsam
yar kaşına sürse beni
Karac’oğlan uşak olsam
yar belinde kuşak olsam
bir atlastan döşek olsam
yar altına serse beni

3 farkLı yorumunu yayınLayacağım. iLki 2000’Li yıLLarın başLarında düzenLemesini kardeşimLe beraber yaptığımız, eLimizde bir kayıt buLunsun diyeRekten öyLesine yaptığımız eksik bir kayıt… mix vb yapıLmadı. hatta öyLeki bir yeRinde züLfü ( beyhan) bağLama çaLacaktı çaLamadı zira stüdyo kapandı. dedim ya eksik bir eser diye… sağLık oLsun.

nayLon – çeLik teLLi gitar, kLavyeLi çaLgıLar, computer, voKaL: e. biŞgen

fLüt, bLok fLüt, computer, vokaL: my bişgen

voKaL – soLo: mş biŞgen

voKaL: yasemin yuRduşen

voKaL: günay Levent

bağLama / cura: züLfü beyhan (bu kayıtta eksik oLsa da)

diLsiz kavaL: tuRgay güzeLcan (bu kayıtta eksik oLsa da)

eLektro gitaR: namık nagdaLiyev (bu kayıtta eksik oLsa da)

bendir, çömLek, arvani: muRat şahin

bas gitar: büLent bayRak

viyoLa: büLent küçük

buRada müzisyenLerin isimLerini (bu eserde oLmasaLar da diğerLerinde varLar) yazdım zira onLara teşekkür etmek için. onLar hiçbir karşıLıksız geLdiLer çaLdıLar, yürekLerini kattıLar. bu vesiLeyLe birkez daha teşekkürLer.

bir süre sonra kardeşim mazLum (çimen) abi’yLe çaLışmaya başLadı. MazLum abi bu eseri beğenmiş oLacak ki kendi "BULUŞMALAR" aLbümünde yoRumLadı/okudu.

hangisi daha iyi tripLerine giRmeyeceğim. çünkü her birinde ikLimimiz faRKLıydı. tabii ki isteyen giRebiLir. kendimedir sözLerim!

Written by My biSGen

31 Mart 2008 at 23:38

HERGUNEBIRSEDA kategorisinde yayınlandı

bisgen foto…

leave a comment »

özeLden bir sürü posta geLiyor; "kimsiniz, ne iş yapıyorsunuz?" tarzında. ben de bugün bir fotoğraf çektirdim. yaLnız etkiLeyici kaRizmamdan doLayı uyaRayım: takLitLerimden sakınınız. Zaten takLit ediLemem ya o ayRı… 🙂

buyRun son hâLim, neyse çıksın faLim :=)

Written by My biSGen

31 Mart 2008 at 22:00

MonO-"LOG'LaRıM kategorisinde yayınlandı